باسمه سبحانه وبه نستعين

اللهم صل وسلم وبارك على سيدنا محمد وعلى آله وأصحابه بعدد أوراق الأشجار وأمواج البحار وقطرات الأمطار

تسبح له السماوات السبع والأرض ومن فيهن وإن من شيء إلا يسبح بحمده ولكن لا تفقهون تسبيحهم إنه كان حليما غفورا

سلام الله ورحمته وبركاته عليكم وعلى إخوانكم ما دام الملوان وتعاقب العصران وما دام القمران واستقبال الفرقدان


Serdar kılıç

Welcome to my little corner


Lieutenant Re’fet Barutçu Ağabey’s Recounting of The Writing of The Risale-i Nur

One of Ustad’s students and scribes, Lieutenant Re’fet Barutçu Ağabey recounts of happenings whilst in the writing of the Risale-i Nur:

Ustad would not keep any book other than the Qur’an with him whilst the treatises were being written. We would constantly keep pen and paper near. When the writing was starting, he would always make clear the boundaries of the treatise prior to speaking. For example, ‘The Twenty Sixth Gleam contains 26 hopes…’ At the moment of authorship, he would face the Qibla. get on his knees, and I would write in front of him. In that moment, not even a fly would disturb him, we would see them turn course and fly away with our own eyes. One day we started writing the guide for the elderly, the 26th gleam, in this manner. When we reached the 6th hope, he said ‘this is enough for today, my brother’. After a few weeks had passed, without even asking where we had left off, he would just continue narrating without hiccups.

I would always go to his service early. One day I arrived late. When I entered his presence, he said ‘my brother, you should have come early, the lesson I gave to this fellow would’ve been a good addendum to the Treaties on Destiny'(pointing to Kadi Zeynel Efendi). He had answered any questions that arose regarding destiny and given a lesson on it. Among all of these events we would understand that, his works would appear in his heart as Divine Ilham and Sunuhat. And that he would only then make us write.

Original:

Üstad’ın talebelerinden ve ona kâtiplik de yapan YüzbaşıRe’fet Barutçu Ağabey Risaleler’in yazılması esnasında yaşadıklarınışöyle anlatır:

“Üstad, Risaleler yazılırken yanında Kur’ân’dan başka kitap bulundurmazdı. Ama biz yanında devamlı kâğıt ve kalem bulundurur-duk. Telife başlarken o, risalenin nihayet hududunu gösterir, önce belir-tirdi. Meselâ ‘Yirmi Altıncı Lem’a, Yirmi Altı Rica’yı hâvidir.’ gibi… Telif anında kıbleye döner, diz çöker, ben karşısında yazardım. O anda ona sinek bile yaklaşmaz, biz gözümüzle sineklerin ‘vız’ diye döndüğü-nü görürdük. Bir gün İhtiyarlar Risalesi Yirmi Altıncı Lem’a’ya böyle başladık. Altıncı Rica’ya gelince ‘Bugünlük tamam kardeşim.’ dedi. Bir-kaç hafta ara verdikten sonra kaldığı yeri bile sormadan ‘Nerede kalmış-tık, biraz okuyun.’ gibi şeyler demeden, yine söylemeye başladı.

Her zaman erkenden yanına, hizmetine gidiyordum. Bir gün biraz geç kalmıştım. Yanına girdiğimde, ‘Kardeşim biraz erken gel-seydin (yanındaki Kadı Zeynel Efendi’yi göstererek) bu zâta verdiğim ders Kader Risalesi’ne güzel bir zeyl olurdu.’ dedi. Onun kadere dair suallerini cevaplamış, kader mevzuunda ona ders vermişti. Biz bütün bunlardan anlıyorduk ki, onun eserleri ilham-ı ilâhî ve sünûhât olarak kalbine doğuyordu. O da ancak o zaman yazdırıyordu.”