باسمه سبحانه وبه نستعين

اللهم صل وسلم وبارك على سيدنا محمد وعلى آله وأصحابه بعدد أوراق الأشجار وأمواج البحار وقطرات الأمطار

تسبح له السماوات السبع والأرض ومن فيهن وإن من شيء إلا يسبح بحمده ولكن لا تفقهون تسبيحهم إنه كان حليما غفورا

سلام الله ورحمته وبركاته عليكم وعلى إخوانكم ما دام الملوان وتعاقب العصران وما دام القمران واستقبال الفرقدان


Serdar kılıç

Welcome to my little corner


Ustad Bediüzzaman Said Nursi’s Famous Speech

A student recounts an incident from the biography of Ustad Said Nursi:

On the road to Istanbul, I inquired about whether he was distressed about recent events.

He said: “What truly distresses me are the dangers that Islam has been subjected to. In the past, the dangers came from without, so resistance was easy. Now, the danger comes from within. The parasite has entered the body, so resistance is all the harder. I fear that the people’s constitution can not handle it, for they fail to sense the enemy. That they will think he who rips apart their jugular vein, while drinking their lifeblood, is in reality their friend. If the sight of people is blind to such a degree, then the fortress of Iman is in danger. Such is my sole source of distress. Otherwise, I don’t even have the time to contemplate the troubles and hardships that my own selfhood is under. If only I could assure the safety of that fortress through torment a thousand times greater than this!”

I asked: “Do you not have hope and solace for the future given your hundreds of thousands of students, all of whom have firm belief?”

He answered: “Yes, I am not completely without hope. The world is experiencing a mighty spiritual crisis. The West has brought forth a disease, a calamity, a plague that is spreading to the entire world and shaking the pillars of religion. What means does the Ummah have against an illness this infectious? Treat it with the rotting and decaying medicine of the West? Or with the pure and clean foundations of Iman? I see huge minds in heedlessness over this. The fortress of Iman can not be built upon the rotten foundations of Kufr. Only for this have I dedicated my entire mission to saving Iman.

They do not understand the Risale-i Nur. Nor do they want to. They think me to be a Madrasa Scholar that has sunk into the swamp of academics. I have kept busy with the with the modern sciences and philosophies. I have solved their deepest problems. I have even authored works on certain of their topics. However, I do not understand these mind games, nor do I give ear to the deceits of philosophy. I wail only of the spirituality of the people, their hearts and their Iman. I only devote myself to the Tawhid and Iman that the Qur’an provides, for it is the foundational mast of the Ummah. The day that mast is rattled, the Ummah is no more.

They ask me, “Why do you incite them, instigate them?” I am not cognizant to any of it. In front of me is a terrible fire. Its flames reach the skies, my children and Iman are burning within! I am running to put that blaze out, to rescue my faith. If on the way there someone tries to trip me, what significance does that have? While beholding this horrifying fire, would such a trivial thing have any weight? How narrow are their minds!

Do they think I am such a narcissist that I strive to save my own self? To rescue the community’s belief, I have sacrificed both my world and my next. My life has only passed on battlefields, war prisons, national jails or courtrooms. There has been no cruelty I have not tasted, no torment I have not suffered. I have been treated like a criminal, exiled from nation to nation, town to town like a delinquent. In my own country I was forbidden from seeing my friends for months on end. I have been poisoned countless times, and been the target of unthinkable insults. Many times have I preferred death over life. Had my religion not forbidden suicide, today Said would be rotting under the ground.

My disposition is not one that can handle derogation and insult. Dignity and Islamic Honor strongly prevents me from such things. If ever I fall into such a state, I could never bear it, even against the most oppressive tyrant or bloodthirsty enemy commander. I would throw his oppression and tyranny back at his face. He throws me in a dungeon, or takes me to the gallows; none of these have any importance. And so it was, for I have experienced all those things. Had some of these commanders’ hearts been able to handle a few more minutes of tyranny, then today Said would have been hanged along with the crowd of innocents.

Such has my life been! I have sacrificed my own self, my entire world for the community’s Iman, happiness and peace. May it all be Halal. I don’t even pray against those tyrants. Only through these efforts has the Risale-i Nur saved a couple hundred thousand-or a million or more-people’s Iman. I was going to save myself through death, yet I was kept alive against this much calamity and adversity for the service of Iman. A thousand praises be to Allah!

I have even sacrificed my Afterlife for these people! I neither care for Paradise, nor do I fear Hell. Forget one, may a thousand Saids be sacrificed for the 25 million Turks in this country. If our Qur’an is left without a congregation on this earth, I would not even seek Paradise, for it would become a prison for me. If I see my nation’s belief secured, I would not even care about burning in Hell, for while my body is scorching, my heart will be as if in a rose garden.

Original:

İstanbul seyahatinden muztarip olup olmadığını sordum:

“Bana ıztırap veren,” dedi. “Yalnız İslâmın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ıztırabım, yegâne ıztırabım budur. Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa!”

“Yüz binlerce imanlı talebeleriniz size âtî için ümit ve tesellî vermiyor mu?”

“Evet, büsbütün ümitsiz değilim. Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.

Risale-i Nur’u anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müspet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bazı eserler telif eyledim. Fakat ben öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki, İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.

Bana, “Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!

“Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.

Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehamet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle men eder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar, en hunhar bir düşman kumandanı olsa, tezellül etmem. Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım. Beni zindana atar, yahut idam sehpasına götürür; hiç ehemmiyeti yoktur. Nitekim öyle oldu. Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı zulümkârlığa dayanabilseydi, Said bugün asılmış ve mâsumlar zümresine iltihak etmiş olacaktı.

İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin-adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade-imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım; fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.

Sonra, ben cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”